Nasıl olduğunu merak ediyorum; ama öğrenmek istemiyorum !? Ara sıra aklıma geliyorsun, tıpkı benimde senin aklına geldiğim gibi; bazen unutur gibi oluyorsun, boşveriyorsun ama biryerlerde için acıyor, özlüyorsun biliyorum! İşte o yer de; unutup gittiğimiz masum bir hayat vardı ve biz onu göremedik. Senin egon, benim duygularım izin vermedi buna... Sen hayatın emin kıyılarından bakıyordun, bense uçurumun kenarından... Sen güvenli olduğunu sanıyordun ama yanıldın, ikimizde boşluğa bakıyorduk aslında..
İçimdeki bu yufka yüreği ezip geçmek istiyorum artık; Yoksa düşüyorum, kayboluyorum, yok oluyorum ben!!!
4 Nisan 2012 Çarşamba
Tok sesli, şiir okuyan bir abim olsaydı mesela benim. Geceleri ninni gibi onu dinleyip, dizlerinde uyuya kalsaydım.. İlk aşkım o olsaydı da; Özdemir Asaf'ı , Cemal Süreyya'yı ondan öğrenseydim...
Seni boşu boşuna tanımış olamam.. Muhakkak bir anlamı olmalı.. Sonunu merak ediyorum bu hikayenin. Böyle bitmemeli, söylenecek son bir söz ve son bir bakış için hayat bizi yeniden karşılaştıracak.. Belki başka bir şehirde , başka bir ülkede... ama böyle yarım kalmayacak.. Sende unuttuğum her neyse, unuttuğumu sandığım şeyi almadan ölmek istemiyorum... Son kez bakmadan gözlerine ve son bir kez sarılmadan sana , yapamayacağım sanırım... Sanırım sen olmadan yaşayamayacağım, ama sen olunca da ölüyorum.. Bunu yapma bana, ya çık git - ya da kalk gel... Ama gidip gidip , günün birinde tekrar çıkıp gelme...
Mutsuzum, ümidimi kaybettim, yolumu kaybettim.. Dilini bilmediğim, insanlarını tanımadığım bir ülkede gibiyim. Kollarımı açıp kendi etrafımda dönüyorum, kendime en yakın hissettiğim yer gökyüzü ve en çok özlediğim şey de çocukluğum. Halbuki hiçbir şeyi kafama takmadan koşmak , bağırmak istiyorum sokaklarda, en sevdiğim oyunu kurmak mahallenin diğer çocuklarıyla. Acıktığımda babaannemin ekmek arası salçalı 'kıstırığını' yemek istiyorum. Güzel rüyalar görmek istiyorum, peri masallarında. Çocukluğumu çok özlüyorum. Daha fazla büyümek istemiyorum. Hayatı merak etmiyorum artık, çünkü biliyorum beni neler bekliyor. Her geçen gün birer birer kaybediyorum değerli olan herşeyi; güven gibi, sevgi gibi... Kendi kendime bocalıyorum. Önümde yığınla kitap, bitirilmesi gereken bir sürü ödev, hazırlanılması gereken bir konferans.. Halbuki ne önemi var onca kişiden takdir almanın, benim yaşım , 'gözyaşıyken'. Hayatımda önemsediğim tek insanı üzdüler bu gece... Ne önemi var geri kalanların.. Bir tarafım çok güçlü, bir tarafım çok eksik. Tamamlayacak şeyin de ne olduğunu bilmiyorum. Bir puzzle'ın kaybolmuş parçası gibiyim. O kadar yalnız ve başka. Hiç bir yere uyamayacak kadar başka. Benim ölçülerim kesilmiş, biçilmiş. Tablo hiç bir zaman tamamlanamayacak kadar eksik. Kaybolup gideceğim başka bir ülkenin caddelerinde, sokaklarında. Nefes bile alamayacağım, oksijeni bol olan bu şehrin yeşilinde. Ailemi güzel hatırlayacağım hep olmasını istediğim gibi. Sevgilime saygı duyacağım beni özel hissettirdiği için. Ama ben gideceğim başka bir ülkeye. Belki cennet gibi belki cehennem gibi.. Ama gideceğim...
An gelir söz biter.. Nefes bile alamassın. Bunca biriktirdiklerin bir anda yok olur. Çokmuş sandıkların hiç olur... Yanına alabildiklerin kocaman bir kalp kırıklığı ve hesapsızca yaşananlardır artık..
Çok sevdiklerin yada çok sevildiklerin de öyle bir gider ki.... Hiç kimse duymaz.. Nereye, neden gittiğini de hiç kimse bilmez.. O kadar sessiz gider işte. Aklımda ki sadece bu, bu aralar.. Bana bıraktığın en son hediyeyi de yanıma alıp sana gitmek istiyorum, senden geçmek istiyorum.. Herşeyden vazgeçip , ayaklarımı bulutların üzerine uzatıp yanına gelmek istiyorum. Ama sonra o çirkin suratın geliyor aklıma o karanlık gecede.. Ve vazgeçiyorum. Yüzüne tükürüp, üstüne basıp geçmek istiyorum.
Ama bir çocuğu da ağlatır bu sözlerim biliyorum. O yüzden susuyorum. Seni içimden özlüyorum....
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama
Bu gece çok özledim havasını, suyunu, taşını toprağını.. Burnumda tütüyor.. Sabah doğan güneşini izlerdim odamın penceresinden. Bütün şehir uyku da sanki de bir ben ayaktaymışım gibi öyle kuş bakışı misali; evleri dip dibe, sokakları daracık ama tertemiz, adaları yemyeşil... Benim gençlik şehrim.. Genciyle, yaşlısıyla, erkeğiyle , kadınıyla, kızıyla, adamıyla, adam olamamışıyla, aşığıyla, sarhoşuyla, çaresiziyle, zenginiyle, fakiriyle, mutlusuyla, mutsuzuyla, öğrencisiyle , öğrenci olmaya çalışanıyla, yüksek ses müziğiyle, sanatıyla , kültürüyle , heykeliyle... hepsiyle özledim.. Bu sefer çok başka özledim seni.. En güzel yıllarımın geçtiği, en güzel arkadaşları tanıdığım , en çok okuduğum , en çok gezdiğim , en çok kazandığım ve aşkımı en çok acıtan şehir... Eskişehirim, seni çok sevdim ben!
Öyle çok isterdim ki seninle vals yapabilmeyi. Mesela 20. yüzyılın başlarında yaşamış olsaydık, İstanbul daha bu kadar kirlenmemişken ve Kallavi sokağı da bu kadar kalabalık değilken.. Benim üzerimde şifon çiçekli bir entari , sende ise siyah bir redingot.. En masum halimle ben, senin yüzüne bakmaya bile utanırken, sen adımlarınla bizi ordan oraya savururken... Zaman dursa, sonra ben kulağına fısıldasam bir Maria Missakian...
Ben kimim? sorusunu sorabilen insandır güçlü olan…
Cevabı sorudan daha az mühim bir şey bu. Kendine gelebilmek için , seni tüm
gücüyle başkalaştırmaya çalışan bu dünyaya direnişin ilk zaferidir. Varoluşun
ve bilginin kaynağını aramaya dair ilk adımdır. İşte bu yüzden 'Ben kimim !?...'
Belki aylarca belki yıllarca cevabı düşünülmesi gereken bir soru bu. Toplumsal
rollerimizin dışında, ana - baba - abla - eş -
öğretmen - öğrenci vb. olmanın dışında Biz Kimiz? Bu soruyu kendilerine sorabilenlerdir benim
saygı duyduklarım ve örnek aldıklarım. Ama o kadar az ki… Pek çoğu Tarihin tozlu sayfalarında siyah beyaz yazılmış birer hatıra şimdi. Öğrenilmesi ve sahip çıkılması gereken birer bilgi hazinesi...
İşte bu yüzden Nostaljik Hatun bu yüzden eskilere olan bu sevda…
O, dogmatik ve şekilci olmadı. Kemikleşmiş inançlara karşı mücadele etti. İnanç, sevgi ve umut kaleminin mürekkebiydi. Kimileri ona Vakıf ana, kimileri tarihçi, kimileri edebiyatçı , kimileri Osmanlı hanımefendisi , kimileri milliyetçi , kimileri mutasavvuf dedi. O hepsine güldü ve AMİN dedi. Ve dedi ki ; ' Vatan müdafası bir toprak ve coğrafya davası olduğu kadar, kültür, sanat, iman, medeniyet, ilim ve milleti millet yapan değerlerin korunmasıdır. Taassup, ister marksizm adında ilericilik biçiminde, ister Din adında yobazlık şeklinde olsun idrakleri (algıları) dondurduğu ve düşünceyi öldürdüğü için beşeriyetin (insanlığın) yüz karasıdır.'
Ona 'kimsin?' diye sordular. 'Bu dünyada işi bitenim' dedi. 'Ee o zaman neden sefere çıkmassın' dediler. ' Bu dünyada işi bitmemiş olana yoldaşlık etmek Murad'dır' dedi...
Yüreklerimize öyle bir kıvılcım ateşleyen bazı insanlar vardır ki onlara saygıda kusur edilmez. Büyük bir hayranlıkla izlenir, dinlenir yaptığı her şey... Belkide bir işarettir böyle şahsiyetlerin hayatımıza girmiş olması kendimize gelmemiz için ya da aslında var olan güzelliklerin ortaya çıkması için.. Kendimi çok şanslı ve huzurlu hissediyorum bunlardan biri olan Cemalnur Sargut'u tanımakla... Kendisine akademik çalışmalarında başarılar diliyor ve İlmini bizlerle paylaştığı için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum...
Bir insanın değişmiş olduğunu düşünmek ve buna inanmak ne acı... Ne okunan kitaplar, ne izlenen filmler, ne arkadaş sohbetleri... hiç bir şey insanı değiştirmiyormuş bunu da gördük.. Özünde hep aynı, hep aynıyız işte... Olmak istediğimizi oynuyoruz hiç olamamış vücutlarımızda... Öyle yatıyoruz, öyle kalkıyoruz ve öyle de seviyoruz... Her şeyin bir bedeli var, yada bir ödülü... Ne acı bunu bile bile sevilmekte...
Peki ya sevmek? Biz çok mu masumuz ki... Eski aşklarımızı hani unutmuştuk, hani nefret ediyorduk... Falan filan geçeceksin bunları kızım... Hala onu görüyorsan rüyalarında geçeceksin... Ne sen O'nu unutabilirsin ne de O seni... Siz bir filmin en kötü sonusunuz.. Ve güzel bir son için ikinci bir senaryo ihtimali de yok artık...
Oğlum sen aklıma geldikçe en acıklı şarkılarımı dinliyorum hala, acım hiç bitmesin diye.. Hiç bitmesin de sayende bu ilhamı kaybetmeyeyim diye.. Eğer olur da bir gün bu yazıları okursan, ne olur eskisi gibi şişirme kendini.. Artık yok çünkü ne eski ben ne eski sen.. Sadece bir şiirsin benim için, durup durup dinlediğim, arada bir içtiğim, iki kadeh arasında ağladığımsın o kadar.. Sabah olur unuturum.. Biter gidersin... Ve ben seni sadece gece severim...
13 Ocak 2012 Cuma
Bu aralar köşelerini kıvırdığım çok sayfalarım var
Seni ilk gördüğüm yeri hatırlıyorum... İstanbul Son gördüğüm yeri de.. Arası olmadı ki Ben İstanbul'da kaldım İstiklal'de... Halbuki alıp gelmiştim herşeyi Kör gibi Sağır gibi... Geçip gittiğim tren rayları üzerinde bırakmıştım öyle geldim işte Çırılçıplak Anadan doğma gibi...
Haydarpaşa hiç o kadar kalabalık gelmemişti Gözlerim arıyordu da Sen yoktun.. Ah haydarpaşa Sen hiç gördün mü böylesini Yalnız yapayalnız.... Kalabalıklar üstüme üstüme geliyordu.. Geliyordu da sen yoktun Arkası dönük her erkeği sana benzetiyordum Yada kendimi kandırıyordum Herneyse... ... Ve sonra Karaköy vapur iskelesi ! Durdum, dalgaları çektim içime Havayı izledim Yürüyen kuşları Uçuşan insanları... Bir ben vardım, Bir de Karaköy iskelesi... Yüzebilirdim sanki karşıya o kadar heyecanlıydım işte Ama o kadar da kırgın... Nasıl bir girdaptı Allahım O'na rağmen Yine gidecektim Oraya O'na rağmen...
11 Ocak 2012 Çarşamba
Son günlerde dilime de kulağıma da takılan bu şiirle başlıyorum içimdekileri dökmeye.
Son zamanlarda diyorum çünkü; olmaması gereken şeyler geliyor başıma ve hiç olmaması gereken insanlar da hayatıma !
İnsan neden bunca sene sonra yırtık dondan çıkar gibi çıkar ve bıçak gibi keser zamanı....
Daha az seviyorum seni.. Giderek daha az.. Unutur gibi seviyorum.. Azala azala.. Aramızdaki uzaklığın karanlığında..
Geceler kısalıp..gündüzler uzuyor öyle olunca.. Daha az seviyorum seni.. Kendini iyileştiren bir yara gibi.. Daha az.. Ve zamanla..
Sen geceyi tutuyorsun..ben nöbetini.. Uzak dağ kışlalarında.. Görmüyoruz birbirimizi.. Usul usul sis iniyor.. Kopmuş yollara.. Işığı hafif..uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin.. Bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda.. Sevgilim sevgilim Yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin Nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da..
Artık daha az seviyorum seni.. Unutur gibi..ölür gibi daha az.. Yeniden ödetiyorum kendime Onca aşkın öğretemediğini.. Kolay değildi.. Yalnızca sevgilimi değil..evladımı da kaybettim ben.. Kaç acı birden imtihan etti beni.. Bir tek gece vardır insanın hayatında.. Ömür boyu sürer nöbeti.. Bu da öyleydi.. İyi ol.. Sağ ol.. Uzak ol.. Ama bir daha görme beni..